İslamda Namus Cinayeti Caiz Mi ?

Behime

Global Mod
Global Mod
Kişisel Gözlemlerimle Başlarken: Namus, Şeref ve İnsanlık Arasında Sıkışan Gerçekler

Toplumun farklı kesimlerinde büyürken “namus” kelimesini o kadar sık duydum ki, zamanla onun anlamı bende sadece bir ahlaki ölçüt değil, bir toplumsal baskı aracına dönüştü. Mahallede bir kadının davranışları hemen dedikoduya konu olur, erkeğin yanlışları ise “olur öyle” denilerek geçiştirilirdi. Bu çarpıklık, dinin özünden değil; toplumun dini nasıl yorumladığından kaynaklanıyordu. İslam’da “namus”un kutsal bir değer olduğunu herkes söylerdi, ama bu kutsallığın nasıl korunacağı konusunda herkesin başka bir “doğrusu” vardı. Bu nedenle, “İslam’da namus cinayeti caiz mi?” sorusu sadece teolojik bir mesele değil, aynı zamanda vicdan, hukuk ve insan hakları sorusudur.

---

Kur’an ve Hadis Bağlamında Namus ve Cinayet Kavramları

Kur’an’da “namus cinayeti” diye bir kavram yoktur. Hatta Kur’an, kişisel infazı açıkça yasaklar. Nisa Suresi 93. ayette şöyle buyrulur:

> “Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir.”

Bu ayet, fail kim olursa olsun, kasten öldürmeyi büyük bir günah olarak tanımlar. İslam hukukunda ceza yetkisi bireylere değil, topluma ve meşru otoriteye aittir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in uygulamaları da bunu destekler: zina, iftira ve ahlaki suçlamalar bile dört şahit gerektirir. Bu şahitlik şartı, bir kimsenin “namus bahanesiyle” öldürülmesini önleyen ilahi bir güvenlik mekanizmasıdır.

Hadislerde de Resûlullah’ın “Bir kimse, kardeşinin kanını haksız yere dökmesin” buyurduğu rivayet edilir (Buhari, Diyat, 1). Buna rağmen bazı toplumlarda “namus” adına işlenen cinayetler, dini meşruiyetle ilişkilendirilmeye çalışılır. Oysa bu, dinin değil, ataerkil kültürün dayatmasıdır.

---

Kültürel Kodlar ve Dinin Örtüsünde Meşrulaştırılan Şiddet

İslam toplumlarının bir kısmında “namus cinayeti” kültürel bir gelenek halini almıştır. Bu gelenek, dinin özündeki merhamet, adalet ve sabır ilkeleriyle çelişir. Birçok araştırma (örneğin, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu – UNFPA, 2022 raporu) bu tür cinayetlerin çoğunun dini gerekçelerle değil, sosyal utanç ve erkeklik algısıyla işlendiğini göstermektedir.

Erkekler, çoğu zaman toplum baskısına maruz kaldıkları için, “aile onurunu kurtarma” bahanesiyle şiddete başvurur. Bu stratejik bir düşünme biçimi gibi görünse de aslında duygusal bir savunma refleksidir. Kadınlar ise bu tür olaylarda genellikle empatik bir tutum sergiler; adaletin sağlanması için hukuki yolların önemini vurgular. Ancak bu da her zaman geçerli değildir — çünkü bazı kadınlar da ataerkil sistemin öğretilerini içselleştirir ve “hak etti” düşüncesini savunabilir. Bu noktada mesele, cinsiyet değil; bireyin adalet anlayışı ve dini bilgisiyle ilgilidir.

---

İslam Hukuku ve Modern Hukukun Kesiştiği Nokta

İslam hukukunda zina suçu sabit olsa bile, cezanın uygulanması kişisel değil, yargısal bir süreçtir. Klasik fıkıh kitaplarında dahi “ölüm cezasını birey infaz edemez” hükmü kesindir. Bu durum, namus cinayetlerini dinen caiz olmaktan çıkarır.

Modern hukuk da aynı noktada durur: Türkiye Cumhuriyeti Ceza Kanunu’nun 82/1-k maddesi, “namus saikiyle” işlenen cinayetleri nitelikli kasten öldürme suçu sayar ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası öngörür. Yani, hem dini hem de seküler hukuk sisteminde “namus cinayeti”nin hiçbir meşruiyeti yoktur.

---

Toplumsal Algı: Namus Kimin Üzerinde Yük?

Toplumun büyük kısmı “namus” kavramını hâlâ kadın bedeni üzerinden tanımlar. Oysa Kur’an, erkek ve kadını ahlaki sorumlulukta eşit kılar:

> “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir.” (Tevbe 9/71)

Bu ayet, namusun bir cinsiyete yüklenemeyeceğini açıkça ortaya koyar. Ne var ki kültürel aktarım bu eşitliği bozmuştur. Kadınlar üzerindeki baskı, erkek egemen geleneklerin bir yansımasıdır; İslam’ın değil.

Bu noktada şu soru kaçınılmaz hale gelir:

“Bir insanın hayatını sonlandırmak, gerçekten bir ailenin onurunu kurtarır mı, yoksa insanlığını kaybettirir mi?”

---

Erkeklik, Kadınlık ve İnsanlık Arasındaki Denge

Erkekler çoğunlukla “çözüm odaklı” olduklarını düşünerek hızlı kararlar verir. Ancak bu tür meselelerde aceleyle alınan kararlar, geri dönülemez sonuçlar doğurur. Kadınların empatik yaklaşımı, bu tür duygusal krizlerde daha barışçıl çözümler üretebilir. Yine de iki cinsin de içinde çeşitlilik vardır: bazı erkekler duygusal, bazı kadınlar stratejiktir. Bu yüzden meseleyi “kadın-erkek farkı” üzerinden değil, “insanî farkındalık” üzerinden tartışmak gerekir.

Bir toplumun ahlaki olgunluğu, kadınlarını koruma biçimiyle değil; insan hayatına verdiği değerle ölçülür.

---

Eleştirel Değerlendirme: Dinin Sessizliği mi, İnsanların Sahteliği mi?

Namus cinayetlerinin dinle ilişkilendirilmesi, çoğu zaman dinin sessiz kalmasından değil; insanların dini araçsallaştırmasından kaynaklanır. Din, sessiz değildir — ama insanlar onu susturur. Kur’an, öldürmeyi yasaklarken, toplum “onur” bahanesiyle öldürmeye devam eder. Bu çelişki, inanç eksikliğinden değil, eğitim eksikliğinden doğar.

---

Sonuç: Adalet mi, İntikam mı?

İslam, adaleti emreder; intikamı değil. Namus cinayetleri ise adalet değil, öfkenin din maskesi takmış halidir. Gerçek Müslümanlık, sabırla, merhametle ve hakkaniyetle sınanır.

Topluma düşen görev, bu yanlış algıyı kökünden değiştirmektir. “Namus” kelimesi, insan öldürmenin değil; insanı yaşatmanın sorumluluğunu taşımalıdır.

Sizce “namusu korumak” demek, gerçekten öldürmek mi; yoksa affetmeyi, anlamayı ve eğitmeyi bilmek mi?

Bu sorunun cevabı, dinin ne dediğini değil, bizim kim olduğumuzu gösterir.